devlet bahçeli

SUNUŞ Milliyetçi Hareket’in lideri Dr. Devlet Bahçeli, merhum Türkeş’ten sonra MHP’nin genel başkanlık koltuğuna oturan isim. 1997’de genel başkanlığa adaylığını koyduğu zaman kamuoyu pek dikkat etmemişti. Hatta şans da vermiyordu. MHP’nin 1997’de olağanüstü ve olağan kongrelerden sonra, “Kim bu Devlet Bahçeli?” denmeye başlandı. Biz, “Kim bu Devlet Bahçli?” deneceğini tahmin ederek, kendileri henüz genel başkan olmadan önce, propaganda gezilerinde yanında idik. Hareketlerini gözlüyor, özel konuşmalarda sözlerine dikkat ediyor, geleceğin “lider”ini anlamaya çalışıyorduk. Mümkün olduğu kadar özel hayatını öğrenmek istiyorduk. Biliyorduk ki, Bahçeli genel başkan olduktan sonra herkes onu merak edecekti. Genel Başkanlık koltuğuna oturur oturmaz, memleketi Osmaniye’ye gittim; ağabeyleri Turan ve Servet Bahçeli, ablası Nurten Fettahlıoğlu ve çevresiyle görüştüm. Bunları o zamanlar yayınladım. Bahçeli’nin ilk yurt dışı seyahatinde de beraberdim. Devlet Bahçeli’nin gelişiyle Almanya 1978’den beri ilk defa böyle bir coşku yaşamıştı. Tarihî hadiseye şahit oldum. Almanya ve Fransa gezisini de ayrı bir yazı dizisi hâlinde verdim. Devlet Bahçeli’nin önderliğinde MHP nasıl oldu da yüzde 8.2’den, yüzde 18’e çıktı? MHP’yi iktidara taşıyan Bahçeli nasıl bir insan? Herkes bu soruları soruyordu. 18 Nisan 1999 seçimlerinden sonra “Bahçeli” keşfine çıkılmıştı ve ellerinde 1997’de benim yayınladığım “Milliyetçi Hareket’te Yeni Dönem ve Dr. Devlet Bahçeli” kitabından başka bir kaynak da yoktu. Çocukluk ve ilk gençlik resimlerini de biz yayınlamıştık. Dr. Bahçeli, bu resimleri zamanında bana verdiği için prensip olarak başkalarına vermiyor, adres de beni gösteriyordu. Gazetelerde ve televizyonlarda yayınlanan bütün resimler benim dizi yazılardan ve kitaplardan alınmaydı. Biz bu dizimizde MHP lideri Dr. Devlet Bahçeli’yi yeni baştan anlatıyoruz. Bu defa birçok farklı yönlerini işliyoruz. Çocukluğu, ilk gençliği, öğrenim yılları, ülkücülüğü, aile ve arkadaş çevresi, temel fikirleri yeniden ele alınıyor. Dr. Arslan Tekin Devlet Bahçeli 18 Nisan seçimlerinden sonra partisinin milletvekilleriyle yaptığı görüşmelerde “Mercek altındayız, hata yapmamalıyız” diyor ve ekliyordu: Ketumiyet, itidal ve temkin, hata yapmamanın tek yolu... Ketumiyet aynı zamanda ciddiyet de getiriyor. MHP’yi şimdiye kadar tenkit etmiş gazeteciler bile Türk siyasetinin ciddî bir politikacı ile karşılaştığını yazdılar. Ancak, Bahçeli’nin kamuoyuna akseden ciddî görüntüsünün altında müthiş bir espri gücü var. Bu işi götürürüz Daha önce Devlet Bahçeli’yi anlatırken ilk satırlarda şunları yazmıştım: “Ketum, itidalli ve temkinli... Üç vasıf şahsında toplamış... Arkadaşları onun için son derece titiz ve sabırlı diyorlar. Olaylar onu çabuk etkilemiyor. Bir olay karşısında herkesin telaşa kapıldığı anda, o, onların telaş anı kadar düşünme zamanı kazanıyor ve nasıl tavır alacağını plânlıyor.” 1998 yılının Haziran ayının başında Almanya’da Türk Federasyonu’nun kurultayı yapılacaktı. Devlet Bahçeli de genel başkan olduktan sonra ilk defa yurt dışına çıkıyordu. Türkiye’den de tek gazeteci olarak gezisine ben katılmıştım. Özellikle sabah kahvaltılarında birkaç kişi oluyor ve uzun bir sohbet imkânı doğuyordu. Elimde kalem defter önemli bulduğum her sözünü not ediyordum. Zaman zaman bana da takılıyor: “Arslan Bey vak’anüvis gibi not alıyorsun” diyordu. Sırası gelmişken söyleyeyim. Bahçeli’nin kamuoyuna akseden ciddî görüntüsünün altında müthiş bir espri gücü vardır. Bu sabah sohbetlerinde anlattığı anekdotlarla çok kahkaha attığımız olmuştur. Bu sohbetlerin ekseni elbette Milliyetçi Hareket’ti. Defterime şu notu da düşmüşüm: - Biz bir hata yapmazsak bu işi götürürüz. İkinci bir notu da 18 Nisan seçimlerinden sonra düştüm. Seçimden sonra sık sık Ankara’ya gidip gelişmeleri takip ediyordum. Bir grup milletvekili odasına giriyor. Onlara şunları söylüyor: - Mercek altındayız. Hata yapmamalıyız. “Ketumiyet, itidal ve temkin” “hata yapmama”nın tek yolu... Ketumiyet aynı zamanda ciddiyet de getiriyor. MHP’yi şimdiye kadar tenkit etmiş gazeteciler bile Türk siyasetinin ciddî bir politikacı ile karşılaştığını yazdılar. MERCEK ALTINDA “Mercek altındayız. Hata yapmamalıyız.” Bu bir anahtar ifadedir. Genel başkanlık yarışında kendisine rakip olanların: “Yüzde 78’lik sağın lideri ve başbakan olmak varken, neden sol bir partiyle işbirliği yapılıp başbakanlık onlara teslim edilsin” tenkidinin cevabını bu anahtar ifadede aramalıyız. MHP’yi mercek altına alanlar kimler? Bir: Siyaset Belgesi tanzim edenler. (Bu tanzimcilerin derin bir yerlerde uzantılar var!) İki: Bahçeli’nin “Biz değişmedik” demesine rağmen “MHP illâ değişti” diyerek MHP’nin de kendilerine benzediğini ima eden bazı gazeteciler. (“Değişmedik” sözündeki gerçeği Bahçeli zamanında bana izah etmişti. İleride anlatacağım.) Bazı tavırlar vardır ki, halkın takdirini kazanır ama bu tavırlar, mevcut kanun nazarında suç teşkil eder. MHP’nin 12 Eylül öncesi vatan sevgisinin gereği aldığı tavır yüzünden pek çok insanını şehit verdiği gibi, pek çok insanını da hapishaneye düşürmüştür. Şehitlerden kiminin kardeşi, kiminin de oğlu; hapis yatanların birçoğu şimdi milletvekili. Öyle bir Meclis ki, daha önceki 20 meclisin hiçbirine benzemiyor. Benzemezlik MHP’nin varlığı ile ilgili. MHP, Birinci Meclis’in fonksiyonuyla benzerlik gösteriyor. Özellikle Birinci Meclis’tekiler vatanın işgal edilmesinde derin kaygı taşıyorlar ve bu yolda fedakârlık ediyorlardı. Ülkücüler de “fedakârlık” etmişlerdi. Örnek olarak da Afganistan’ın Sovyet birlikleri tarafından işgalini gösteriyorlar: “Biz set kurmasaydık, Ruslar Afganistan’a değil, Türkiye’ye girerlerdi” diyorlar. Devlet Bahçeli, işte böyle “partiler üstü bir parti”nin genel başkanıydı ve ağırlığı da Ülkücülerin durumuna uygun düşüyordu. Devlet Bahçeli’den: MHP fikir ve kadro partisidir “Milliyetçi Hareket Partisi’nin parti tipolojileri açısından nereye oturduğu önceden beri sorulmuştur. MHP, Türk milliyetçiliğinin siyasî platformdaki temsilcisi ve sözcüsü olan bir fikir ve kadro partisidir. Burada hemen MHP’nin kitle partisi olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Aslında bu kategoriler literatürde ve pratikte önemini kaybetmiştir. Buna rağmen yaygın bir şekilde kullanıldığı için bu konuya kısaca da olsa temas etmek yararlı olacaktır. Her iddialı parti, gerçek hayatta az ya da çok hem kitle, hem de fikir ve kadro partisi özellikleri gösterir. Zaten iktidara talip olan herhangi bir partinin kitlelere açılmaması söz konusu olamaz. Burada tartışılması gereken, açılım kavramıyla neyin kastedildiği ve açılımın nasıl olacağı sorularıdır. Biz, MHP’yi bir çerçevede, temel referans noktalarını ve hedeflerini koruyarak kitlelerle kucaklaşan bir fikir ve kadro partisi olarak tanımlıyoruz. Kitleselleşme sürecine, temel referans noktalarınızı ve ideallerinizi bir tarafa iterek ya da yok sayarak girdiğiniz takdirde, farklı bir siyasî şahsiyet, farklı bir siyasî hareket olarak var olmanın ne teorik ne de pratik bir anlamı kalır. Daha açıkçası, böyle bir durumda savunduğunuz fikirlerin yanlışlığını, ideallerinizin anlamsızlığını kabul etmiş olursunuz. Bu iki kavramı, birbirini tamamlayan iki kardeş kavram olarak görüyorum. Teorik netlik, olayların, meselelerin, kısaca dünyanın kavranışında, tanımlanmasında ve alternatif politikalar üretilmesinde yeterince açık ve anlaşılır olunmasını ifade eder. Teorik bütünlük ise, hem günlük hayatın içinde, hem de zihnî ve fikrî plânda iç tutarlılığı, uyumu çağrıştıran bir kavramdır. İlkeli her siyasî parti, böyle bir duyarlılığı ve yapıyı zorunlu kılar.” Ülkücü olarak Türk siyasî hayatına da ülkücü anlayışı yerleştirmek lâzım. Biz ülkücü anlayışa uygun bir siyasî geleneği yerleştirmek istiyorsak bunu kendimizde tatbik edeceğiz. Hesap adamı Bahçeli, Mevlâna’nın “Kişi odur ki; arslan gibi kükreyen değil, akıbeti bilendir” sözünü düstur edinmiştir. Onun için atacağı her adımı ince ayarlamıştır. Bu ince ayar, aklından geçmediği bir zamanda kendisini genel başkanlığa götürmüştür. Devlet Bahçeli’nin düsturları belli cümlelerle formüle edilmiştir. Siz bu formülleri bilirseniz, Bahçeli’nin MHP’nin lideri olarak atacağı adımları az çok anlayabilirsiniz. Özel konuşmalarında Mevlâna’nın şu sözünü tekrarlar: “Kişi odur ki; arslan gibi kükreyen değil, akıbeti bilendir.” İhtiyatlı ve sabırlı tanınmasının altındaki gerçek de bu sözde yatıyor. Öyle bir çizgi tutturmuştur ki, kendisinin aklından geçmese dahi bu çizgi o genel başkanlığa götürmüştür. Ankara’da öğrenim gören hemen bütün ülkücüler Bahçeli’yi tanırdı. Seminerlerine katılmışlar, asistanken kendisini ziyaret etmişler, birçok hâlde bir arada olmuşlardır. Bu sohbetler ve seminerlerde telkin yolu “kükremek” değil, akıbeti iyi hesap etmektir. 12 Eylül öncesinin Ülkü Ocakları genel başkanlarından Şefkat Çetin, Dr. Devlet Bahçeli’nin rolünü şöyle anlatıyor: “O dönem komitacı kadronun ön plânda olduğu, komitacılığın cazip olduğu dönemdi. Komitacı kadronun da ne için mücadele verdiğini bilen insanlardan müteşekkil olması gerekiyor. Eylemlerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne zarar veren insanların davranışlarını engellemeye yönelik olması gerekir. Hem de Anadolu’dan gelen insanların eğitim ve öğretim hürriyetinin kısıtlanmadan yürütülebilmesi için okullarda okuyabilecek zeminlerin, cephelerin, siperlerin kazanılması gerekir. Eylemlerde verdiği temel fikir bu idi. O dönemde yurtlarda, mütalaa salonlarında Devlet Bey akşam 9.00’dan, 10.00’dan sonra görmeniz mümkündü. Verdiği ideolojik bilginin yanı sıra, ertesi günü okullarda karşılaşabileceğiniz problemler konusunda da uyarıcı görev yapardı.” Devlet Bahçeli’nin ailesi hemen her Anadolu ailesi gibi çok çocukludur... Altı kardeştir; üç kız, üç erkek... Büyük ağabeyi Turan Bahçeli, onun küçüğü Nurten Fettahlıoğlu, onun küçüğü Servet Bahçeli, onun küçüğü Serpil Bahçeli, onun küçüğü Devlet Bahçeli, onun küçüğü ise Semiha Bahçeli... HAYIR SAHİBİ Devlet Bahçeli’den 13 yaş büyük olan Turan Bahçeli, babaları Salih Bahçeli’nin ölümünden sonra ailenin “babası” olmuştur. Turan Bey, ortaokulu bitirdikten sonra babasının yanında iş hayatına atılmış, çiftçilik ve tüccarlık yapmıştır. Bir dokuma fabrikasının sahibidir. Turan Bahçeli’ye sordum: - Siz Hasanbeylili’siniz. Babanız mı göçtü Osmaniye’ye yoksa daha önce mi göçüldü? - Hasanbeyli bizim dede yurdumuz. Babamız rahmetli o zamanlar jandarma onbaşısı imiş, askerde tezkere bırakmış, karakol komutanı olmuş bir 10 yıl kadar.. Dörtyol’da, Kozan’da vazife yapmış. O sıra Osmaniye’nin önde gelen ailesinden Hacı Osman Çalıkoğlu’nun kızı Gülsüm Hanımla evlendi. Ben 1935 doğumlu olduğuma göre 1933 veya 34’te evlenmiş olmalı. Ben üç dört yaşında iken annemi kaybettik. Bir de Nurten adında kızkardeşim var. Babam ikinci defa evlendi. Yine Osmaniye ‘nin sayılı ailelerinden “Topal Ökkeş” derlermiş. Ökkeş Kırıkkanat’ın kızını almış. Ökkeş Kırıkkanat o zaman Osmaniye’de dava vekilliği yapmış. İkinci hanımı Saime’den ikisi oğlan, ikisi kız dört çocuk oldu. Saime Hanım da öz annemiz gibiydi. Kardeşler arasında ayrı gayrımız olmamıştır. Saime annemizi 1989’da kaybettik. Öldüğünde 62-63 yaşında idi. - Zenginliğiniz dededen mi geliyor, yoksa babanız mı kazandı? - Mirastan birşey yok bize... Babamız ve biz çalışmışızdır. Hasanbeyli’de dedemizden kalan arazi falân var... Amcalar kullanıyor. Babamız Osmaniye’ye yerleşiyor. Amcamız da var... Babam onunla da bacanak. Babamla amcamın işi ayrıydı. Arazileri biz aldık. O zaman ucuzdu... Meselâ metrekaresi 18 lira idi. - Aileniz hayır-hesanâtıyla tanınırmış... - Gözle görülür hayır olarak cami ve okul yeri verdik. Cami “Bahçeli Camii” olarak anılır. Okul da Çukurova Lisesidir. Kardeşim Servet’in Bahçeli Özel Lisesi olduğu için isim karışmasın diye lisenin adı böyle verildi. Ama rahmetli babamız gösterişi sevmezdi. Yardımı gizlice yapardı. Meselâ jandarma dairesi mi yaptırılıyor, neyi eksik bakar ustayı gönderir yaptırır... Meselâ bir kız sanat okulu var... Oraya epeyce destek verdi. Fakirler gelirdi, gizlice onlara yardım ederdi. ‘BEN UĞRAŞAMAM’ Baba Salih Bahçeli, çocuklarına çok düşkündür. Onların iyi yetişmeleri ve iyi bir hayat sürmeleri için her türlü fedakârlığı yapmış ve maddî imkânlarını esirgememiş. Salih Bahçeli 19 Nisan 1979’da 74 yaşında vefat etti. Büyük ağabey Turan Bahçeli, Adana Organize Sanayi Bölgesinde kurduğu dokuma fabrikasına Devlet Bahçeli’yi de ortak etmek istemiş. Ama Devlet Bahçeli “Ben uğraşamam, emeğim olmayınca ortak olmam uygun değil” demiş. Ailenin 400 dönüm toprağı bulunuyor. Hepsinin hisseleri ayrı ama ortak ekip biçiyorlar. Turan Bahçeli, öyle bir babalık ediyor ki, kardeşlerinin her şeyi ile ilgileniyor. Devlet Bahçeli’nin bir büyük ağabeyi Servet Bahçeli eğitimcidir. Onun için Osmaniyle’de 1985’te bir özel okul yaptırmış, sonra çağırmış: “Gel okulunun başına geç” diye. Millî devlet mi, küreselleşme mi? “Millî devleti doğuran ve yaşatan temel dinamiklerde bir değişme olmamıştır. Yine, yerine getirdiği sosyal ve siyasi fonksiyonlar açısından da hayatî önemini korumaktadır ve korumaya da devam edecektir. Devlet, dün olduğu gibi bugün de milletlerarası arenadaki yegâne temsilcisi olduğu milletin bağımsızlığının ve çıkarlarının savunucusu ve koruyucusudur. Küreselleşme süreciyle birlikte canlanan millet üstü sivil toplum kuruluşları sadece belli sosyal grupların ya da fikirlerin savunucusudur. Milletlerarası ilişkilerin temel aktörleri devlettir ve ortada, görünen gelecekte bu gerçeğin değişeceğine dair bir emare de yoktur. Benzer şekilde, içe dönük fonksiyonları açısından da millî devletlerin yerine ikame edilebilecek başka bir müessese yoktur. Etnik köken çeşitliliği bakımından homojen olsun ya da olmasın belirli bir milletin bir arada yaşama formu olan millî devlete, ulaşımdan sağlığa, eğitimden adalete, düzenden demokrasiye kadar birçok alanda ihtiyaç duyulmaktadır. Siyasî yapıyı, her sosyo-ekonomik, kültürel, dinî ya da etnik farklılıklarına ve gruplaşmalara göre şekillendirmeye kalktığınız takdirde ortada ne düzen, ne demokrasi ne de vatan kalır. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Son yıllarda aldığı şekiller de dahil olmak üzere milletlerarası siyasi ve ekonomik ilişkilerin özellikleri ve sonuçları, millî devletin önemini azaltmamakta, bilakis artırmaktadır. Bu durum, hangi perspektiften bakılırsa bakılsın çok nazik bir konuma sahip olan ülkeler açısından daha fazla önem taşımaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi ve Ülkücü Gençlik, bunu en iyi kavrayan bir hareket olarak tarihî bir sorumluluk üstlendiklerinin farkındadır. Her fırsatta Milliyetçi-Ülkücü Hareket’i karalamayı alışkanlık hâline getirmiş ve hatta meslek edinmiş enternasyonal ve materyalist zihniyetli insanların husumetlerinin ve saldırganlıklarının altında, işte üstlendiğimiz bu tarihî sorumluluk yatmaktadır.” İlme düşkün bir aile Devlet Bahçeli, Adana Çukurova Koleji’nin orta kısmını bitirdikten sonra liseyi okumak üzere İstanbul’a gitti. Adana Çukurova Koleji’nde birlikte okuduğu ağabeyi Servet ise Adana’da kaldı. Devlet Bahçeli, önce Emirgân’da bulunan Akgün Koleji’ne yazdırıldı. Lise ikiden itibaren de Etiler’deki Ata Koleji’ne geçti ve bu kolejden mezun oldu. HAREKETLİ ÖĞRENCİLİK Lisede alışkanlıkları ne idi? Bu sorularıma şu cevapları veriyor... - Siz ortaokul yıllarında kitap okumayı sever miydiniz? Kitap okumanız için size tavsiyede bulunurlar mıydı? - Türkçe ve edebiyat öğretmenlerimiz özellikle bizi okumaya teşvik ederlerdi. Ama benim o kadar çok okuma alışkanlığım yok idi. O zamanki şartlar içerisinde Osmaniye ve Adana’da kitap bulmak da zordu. Bütün bunlara rağmen edebiyat hocalarımız kitap tavsiye ederlerdi. İstanbul’da özellikle Akgün Koleji’nde edebiyat hocamız Suna Tural Hanımefendi idi. Orgeneral Cemal Tural’ın hanımı. Bir ara Millet Partisi’nin genel başkanılğını da yapmıştı. Suna Tural Hanımefendi edebiyat faaliyetlerinde çok bulunan bir hocaydı. Özellikle şiir yarışmaları düzenlerdi. Fakat benim edebiyat konularına fazla bir merakım yoktu. Fen dersleri daha ağırlıklıydı bende. Bu derslerden daha başarılı olurdum. Okulda kol faaliyetlerine katılır mıydınız? O tür faaliyetlerde bulunmuşluğum yok... Ama öğrencilik yıllarımız biraz hareketli idi. Hep yatılı okuduğumuz için arkadaş grubumuz vardı. - O zamandan beri görüştüğünüz arkadaşlarınız var mı? - Zaman zaman karşılaşıyoruz. İstanbul’a Adana’dan gittiğimiz için okuldaki arkadaşlarımız genellikle İstanbul’da ikamet edenlerdi. Anadolu’nun muhtelif illerinden gelen arkadaşlarımız var idi. Belli bir döneme kadar ilişkilerimiz devam ediyordu ama şu zaman pek karşılaşamıyoruz. - Okulunuz kız erkek karışık mıydı? Adana’da Çukurova Koleji sadece erkek, İstanbul’daki kolejler ise karışıktı. - İstanbul çok büyük bir şehir ve pek çok imkânı var. Aileniz sizi İstanbul’a gönderirken gaile çekti mi? - İstanbul’da yakın akrabalarım vardı. Dayım vardı, amcamın oğulları vardı. Onların kontrolünde okuyorduk. Sağ olsun onlar denetim altında tutarlardı. Sonra okullarımız disiplinliydi. Yani gelişigüzel dışarı çıkamazdık. Okul idaresiyle bazı geziler yapardık. Bunun haricinde çıkartılmazdık. Bunun dışında akrabalarım alır, kendi evlerine götürür, ev yemeği yerdik... Zaman zaman da İstanbul’da gezdirirlerdi. Aile ortamı içinde fazla yabancılık çekmedik. - Yatılı okulda bunaldığınız, sıkıldığınız zamanlar, yaramazlık yaptığınız zamanlar oldu mu? - Belli ölçüler içinde olmuştur yani... Lise döneminin kendisine göre durumu vardı; Hababam Sınıfı gibi de değildik. - Kız arkadaşlarınız oldu mu? - Okul şartları... Onlara girmeyelim. - Gerçi fen ağırlıklı çalıştınız... Lise yıllarında en çok hangi yazarları okudunuz? - O zaman Türk edebiyatının klâsikleri olarak nitelendirilen Ömer Sayfettin, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hamdi Tanpınar vb. takdir toplamış olan yazarları zaman zaman okurduk. - Etkilendiğiniz yazar oldu mu? - Ömer Seyfettin etkili oldu. Bu arada Bahçeli’nin fanatik bir Beşiktaşlı olduğunu ağabeyi Servet Bahçeli’den öğrendim. ‘AYRIMIZ GAYRIMIZ OLMAZ’ Devlet Bahçeli’nin en çok beraber olduğu ağabeyi kendisinden üç yaş büyük olan Servet Bahçeli’dir. Servet Bahçeli, Devlet Bahçeli İstanbul’a gittiğinde o Çukurova Koleji’ne devam etmiş, orayı bitirdikten sonra Ortadoğu Teknik Üniversitesi Matemaktik Bölümünü kazanmış ve bu bölümden 1969 yılında mezun olmuştur. Servet Bahçeli, Amerika’da Michigan Üniversitesinde master yapmış, sonra Türkiye’ye dönerek TÜBİTAK’ta asistan olmuş. Ardından Ankara Koleji’nde ders vermeye başlamış. Uzun sayılabilecek eğitimciliğinin ardından ağabeyi Turan Bahçeli’nin desteği ile Osmaniye’de “Özel Bahçeli Lisesi” olarak bilinen okulunu kurmuştur. Servet Bahçeli Amerika’ya kariyerini yükseltmek için gitmiş. Yüksek lisansını yapıp Türkiye’ye döndüğünde TÜBİTAK’a doktorasına devam etmek için burs araştırmaya gittiğinde asistanlık teklifiyle karşılaşmış; ancak, sonra özel okullara devam etmiştir. Devlet Bahçeli de doktorasını verdikten sonra üniversiteden ayrılmış, siyasete atılmıştır. İLİM TEMEL Ailede ilmî kariyere önem veriliyor. Kardeşler içinde ilmî kariyerini bir kişi tamamlamıştır. En küçük kardeş Semiha Bahçeli. Semiha Bahçeli Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümünü bitirdikten sonra üniversitede kaldı. İlmî basamakları bir bir çıkarak profesör oldu. Prof. Dr. Semiha Bahçeli, Isparta’da Süleyman Demirel Üniversitesi’nde Fizik Bölümü Başkanlığı yaptı. Prof. Dr. Semiha Bahçeli, öne çıkmak istemiyor. Daha önce kendisine telefonla ulaşabilmiş, ama konuşturamamıştım. Servet Bahçeli, kardeşi Devlet Bahçeli ile ilişkisi ve ailesi hakkında şunları anlatıyor: “Ben Devlet’ten üç yaş büyük olmama rağmen Devlet beni bir sene geriden takip etti. Aynı koleje gittik, ben birdeyken o hazırlıktaydı. Çukurova Koleji’nden mezun oldum. Ben ODTÜ’ye giderken evi de Ankara’ya götürdük. Matematik bölümünü 1969’da bitirdim. Sonra Amerikan Michigan Üniversitesi’nde 2-2.5 yıl master yaptım. Türkiye’ye dönüp TUBİTAK’ın Gebze’deki tesislerine asistan olarak girdim. Oradan da Ankara Koleji’ne geçtim. Aile bağlarımız kuvvetlidir. Birbirimize destek veririz. Babam Devlet’i çok teşvik etmiş ve cesaret vermiştir. Babam, Devlet’in öğrencilik yıllarında derneklere gidiş gelişini, faaliyetlere katılışını hayranlıkla dinlerdi.” Servet Bahçeli ile Devlet Bahçeli arasında bir kardeş daha var: Serpil Bahçeli. Ziraat Bankası’da ve Pamukbank’ta çalışıp emekliye ayrılmış. Ankara’da Devlet Bahçeli ile oturuyor. Bahçeli’den bir tespit... Sol, ifade değiştirdi “Türkiye’de önceden beri kendini ‘millî’ ya da ‘yerli’ olarak görüp tanımlayan sol çevrelere de rastlanmaktadır. Ama sol kanat içinde en ağırlıklı grupları, hep klâsik Marksist-Leninist dogmaları savunanlar oluşturmuştur. Bu gelenek milliyetçilik düşmanı çizgisini devam ettirmektedir. 1960’lı ve 1970’li yılların bazı hızlı solcuları ise, 1980’li yıllarda kısmî bir dönüşüme uğramış, solu liberalizmle eklemleştirmeye çalışmıştır. Bunlarla, yeni sol akımdan etkilenen ve özellikle medya dünyasında önemli yerlere gelmiş insanları kastediyorum. Bu gruba girenler, sosyal sınıf, kolektif mülkiyet yerine kimlik, etnisite ve insan hakları gibi kavramları sakız yapmaya başlamışlar, ancak materyalist ve enternasyonalist bakış açılarını büyük ölçüde muhafaza etmişlerdir. Bunların millî devlet ile millî kültür konusundaki duyarsızlıklarının, hatta düşmanlıklarının bir sebebi budur. Özellikle Sovyet emperyalizminin güdümündeki sol gruplar, ‘halkların özgürlüğü’, ‘halkların kardeşliği’ sloganlarını sürekli kullanmışlardır. Ama Sovyet İmparatorluğunun egemenliği altındaki dili, dini, kültürü farklı olan ve siyasî anlamda da “halk” özelliklerini taşıyan toplumların varlığını telaffuz dahi etmemişlerdir. Daha da vahimi yapılan zulümlere, baskılara hiç ses çıkarmamışlardır. Bunların büyük bir kısmının eski bakış açılarını aynen devam ettirdiklerini görüyoruz. Yeni solcular ise, özünde benzer olan şeyleri “kimlik”, “etnisite” adı altında, farklı bir makyajla ifade etmektedir. Burada önemli bir gerçeğe özellikle işaret etmek istiyorum. Sosyolojik ve antropolojik anlamda bir sosyal grup olan belirli bir ‘etnik topluluğu’, belirli bir ‘alt kültür grubu’nu, ‘halk’ ya da ‘millet’ olarak tanımlamak, onun siyasî birimle yani devletle örtüşmesi gerektiği fikrini de içerir. Bunun açıkça ifade edilmemesi, bu sonucu değiştirmez. Böyle bir bakış açısı, adı konmamış bir devlet talebiyle aynı anlama geldiği için, gerçek niyet, zaman zaman “insan hakları”, “özgürlük” gibi kavramlarla örtülmeye çalışılmaktadır. Sonuçta olan bu kavramların saygınlığına ve önemine olmaktadır. Son tahlilde millî devleti parçalamaya, millî kültürü yok saymaya yönelik bu fikirler ve hareketler, masumane görülüp hafife alınmamalıdır. Sadece insanî ve demokratik endişielerden hareket eden görüşleri iyi ayırdetmek gerekir. Bazı siyasetçiler ile entelektüellerin farkında olmadan ya da kavramları yerli yerine oturtamamaktan dolayı art niyetli ve bölücü fikirlere alet olduğunu görüyoruz. Bizler, bugün gelinen noktada Türk milleti ve devletini, Türkiye’de yaşayan bütün insanların tarihî tecrübelerinin, kolektif değerlerinin ve arzularının bir ürünü olarak tanımlıyor ve değerlendiriyoruz. Bizim müştereklerimiz, farklılıklarımızdan çok daha fazladır ve önemlidir. Bir taraftan, yaşanan bazı sorunlar bahane edilerek, bir taraftan da farklılıklar abartılıp ön plâna çıkartılarak “yeni kimlikler” uydurulmaya çalışılmaktadır. Kimliklerin kurumsallaşmasının zorunluluğu üzerine atılan nutuklar, yeni alfabeler oluşturmak, etnik tarihleruydurmak gibi ırkçılık kokan yaklaşımlar, ideolojik yaklaşımlardır. Bu tür ön yargılı ve kasıtlı siyasî tavırlar, sonuçta Türkiye’nin güçsüzleşmesine, millî devletin parçalanmasına hizmet etmektedir.” Öğrenci lideriydi Devlet Bahçeli’nin titizliği çok yazılagelmiştir. Hatta başkasının yaptığı yemeği bile yemez denmiştir. Titizliğine ben de zaman zaman şahit oldum. 25 Mayıs’ta MHP’li belediye başkanlarına verilen seminerin son gününde Kızılcahamam’a gelmişti. Belediye başkanlarına hitaben özel bir konuşma yaptı (İçeriye basın mensubu alınmadığı hâlde bu önemli konuşmanın az bir kısmı, bazı gazetelerde yer aldı.). Bu konuşmanın ardından Patalya Oteli’nin bahçesinde Bahçeli ve maiyetine otel bahçesinde bir yemek verildi. Bahçeli’nin masasında 7-8 kişiydik. Bahçeli, cebinden bir kolonyalı mendil çıkardı, elini iyice temizledi, ondan sonra yemeğe başladı. Yemek masasındakiler bilgili görgülü insanlardı ama o şartlarda kalkıp ellerini yıkayacak durumda değillerdi. Devlet Bahçeli ise böyle durumlarda tedbirli davranmıştı. Devlet Bahçeli ile birçok gezi ve toplantıda beraber olduğum için biliyorum. Hiçbir zaman yemek tercihini belirtmemiş ve liste dışı yemek talebinde olmamıştır. Daha çok bir arada bulunan ve aynı evi üniversite yıllarında da paylaşan ağabeyi Servet Bahçeli titizliğine temas ederek şunları söylüyor: “Devlet çok titiz tabiî ama yeri gelince el sıkışır, öpüşür. Anne yemeğine düşkündür. Pek yemek seçtiğini hatırlamıyorum ama bizim buraya has yemekleri tercih eder; sebze yemeklerine pek düşkün değildir. Beraber öğrencilik ettik. Evde daha bir salata yaptığını görmedim. Yemek yaptığını görmediğim için birşey diyemem ama insan aç kalınca bir şekilde karnını doyuracaktır!” Şevket Bülent Yahnici, Devlet Bahçeli’nin titizliği ile ilgili bir hatırasını anlatır: ÜNİVERSİTEDE Devlet Bahçeli, hiç sınıfta kalmadan kolejlerin orta ve lise kısımlarını bitirdi.... Ancak üniversiteye girmek için bir yıl bekledi. O yıl Osmaniye’de ailesinin yanında kaldı. Zaman zaman da Ankara’ya gitti. Çünkü ağabeyi ODTÜ’de okuyordu. Osmaniye’deki günleri de, kasabanın yakınındaki çiftlikte veya babasının iş yerinde geçti. Devlet Bahçeli üniversiteye girişini şöyle anlatır: -O zaman altı okul tercih ediliyordu. O tercihlerden dolayı bir yıl bekleme durumunda kaldım. Üniversiteye 1967 yılında girdim. Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisini kazandım. Beşevler’deydi. Sonra burası Gazi Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi oldu. Gazi Üniversitesinin nüvesini teşkil etti. Ben bu okulun Dış Ticaret Bölümü 1971 yılı mezunuyum. Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisinde devam mecburiyeti yoktur ama Devlet Bahçeli okulun müdavimidir. Bunun da bir maksadı vardı. O dönem komünistlerin boykot ve işgalleri başlattığı yıllardı. Bahçeli de Ülkücü Hareket’le akademide tanıştı. Devlet Bahçeli’yi dinleyeyim: - Esas 1968 yılından itibaren akademide öğrenci olduğumuz birinci yılda boykot ve işgaller başladı. O dönem içerisinde ülkücü camia ile, o zamanki CMKP’nin gençlik grubuyla tanıştım. Boykotlara öncülük yapan gruplar sol gruplar idi. Meselâ bizim AİTİA’da ‘Devrimci Anadolu Grubu’ ile ‘Çağdaş Grup’ adı altında öğrenciler boykot başlatmak istediler. Zannediyorum o dönemde Hukuk ve Dil ve Tarih - Coğrafya fakültelerinde başlayan öğrenci olayları hemen AİTİA’ya da sirayet etti. Bir grup öğrenci 1968 imtihan döneminde okulda boykota gitmek istedi. Buna karşı çıkan grubun içerisindeydik. 1969’da bir grup arkadaşımla AİTİA’da Ülkü Ocakları’nın kuruluşuna öncülük ettik. OKUL İŞGALİ Devlet Bey, babası Ankara’dan ev aldığı için evde kaldı.... Ağabeyi de ODTÜ’ye gitmektedir. Anneleri de yanlarındadır. Babaları da kış aylarını Ankara’da geçirmektedir. Ancak siyasî hareketlerin filizlendiği yerler öğrenci yurtlarıdır. Komünistlerden yeni “temizlenen” o zaman Türkiye’nin en büyük yurdu olan Ankara Atatürk Öğrenci Yurdu (Site Yurdu), Adana Yurdu, Niğde Yurdu gibi ülkücülerin hâkim olduğu yurtlara da sık sık uğramakta, arkadaşlarıyla siyasî plânlar yapmaktadır. 1969’da AİTİA’nın “ele geçirilmesinde” başrolü Devlet Bahçeli oynadı. Devlet Bahçeli ile arkadaşları akademiyi solun elinden “kurtarmak” için harekete geçtiler. Okulu geceden işgal ettiler ve iki gün okulda kaldılar. AİTİA’yı tekrar ele geçirmek isteyen solcu militanlar Devlet Bahçeli ve arkadaşları çıkarken silâh kullandılar. Şu anda Meclis’te bulunan perti liderleri içinde 12 Mart 1971 öncesinin olaylarını öğrenci olarak yaşamış iki genel başkan bulunmaktadır. Biri Dr. Devlet Bahçeli, diğeri de Bahçeli ile aynı dönemde Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenci olan Mesut Yılmaz’dır. Yalnız aralarında çok önemli bir fark bulunmaktadır. Bahçeli, millî bir mesuliyet duymuş ve işgallere karşı koymuştur! MHP değişti mi? MHP lideri Dr. Devlet Bahçeli’ye henüz genel başkan olmadan önce bir soru sormuştum. Cevap, bazı çevrelerin “değişti değişti” diye tempo tuttuğu şu dönemde MHP’nin değişip değişmediğini ortaya koyan net bir açıklamadır. - Merhum Alparslan Türkeş’in değiştiği hususunda medyada birtakım yorumlar yapılıyordu. Siz uzun yıllara yanındaydınız... Böyle bir değişikliği gözlediniz mi? - 30 yıllık ülkücülük ha- yatımızda, 10 yıllık da merhum liderimizin mesai arkadaşı olma şerefini yakalamış bir kişi olarak ifade ediyorum.... Başkanlık divanı üyeliği, genel sekreterlik, genel başkan yardımcılığı yapmış bir kişi olarak ifade ediyorum.... Merhum Türkeş’in düşüncelerinde, hedeflerinde, ilkelerinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Bu konuda ben şahsen çok emin olduğum kanaatindeyim. Ancak merhum liderimizi 12 Eylül öncesinde karşı propagandalarla yanlış algılayanlar 12 Eylül sonrasının bu yumuşak, uzlaşmacı, diyalog kapıları açık bir siyasî anlayış içerisinde çok daha iyi anladılar ve merhum liderimizin gerçek yönlerini görmeye başladılar. Bu sebepten dolayı bazı insanlar Türkeş Beyin değiştiği iddiasını ortaya attılar. Hattızatında Türkeş Beyi anlamak, kavramak imkânı bulan insanlar onun gerçek düşüncelerini görünce farklı olduğunu zannettiler. Yoksa hiçbir değişikilik yoktur. Fakültede tek ülkücü Devlet Bahçeli’nin asistan olması da fikrî endişeden ileri geliyordu. Öğrencilik yıllarında milliyetçi öğretim üyelerinin az olduğunu görünce, asistan olmaya karar verdi. O zaman marksist öğretim üyelerinin solcu gençlere destek vermesi, okul ve sokak işgallerini haklı göstermesi ağrına gidiyordu. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli asistanlık dönemini şöyle anlatıyor: “Allah rahmet eylesin yanına asistan olarak girdiğim Prof. Dr. Aziz Köklü çok muhterem bir insandı. Aynı düşüncede olmamakla beraber düşünceye saygısı olan bir hocamızdı. Bizim bu yönümüzü tanımasına rağmen hiçbir zaman karşı tavır içerisine girmedi. Zaten 1975 yılında rahmetlik oldu. AİTİA’da son asistanlarından biriyim. Tez konusunu rahmetlik hocam belirlemişti. Fakat hocamız vefat ettikten sonra tez çalışmamız çok güç şartlar altında gelişti. İdeolojik farklılaşma bunda çok büyük rol oynadı. O günkü şartlar onu öyle gerektiriyordu herhalde.... O yönüyle zorluklar çeke çeke tez çalışmalarını yürüttük. Tezimin konusu ‘Türk Ekonomisinde Yapı Değişikliği’ idi. Tezi verişim biraz uzun sürdü. Belli bir dönem tez hocam olmadı. İşin ilginç taraflarından biri budur. O zaman AİTİA doktora yönetmeliği bir asistanın doktora çalışması, bir tez hocasının, o zamanki tabiri ile “tez babası”nın denetiminde olması gerekiyordu. Hocam Aziz beyin vefatından sonra hoca bulmakta epeyce güçlük çektim. Bulunduğum ekonomi bölümünde yaklaşık 42 öğretim üyesi içinde tek milliyetçi-ülkücü asistan bendim. Uzun yazışmalar oldu. Yazışmalardan sonra AİTİA Akademi Kurulu, re’sen bir hoca atadı. Tez hocam Prof. Dr. Almet Beyaslan oldu. Onunla çalışmayı tamamladık.” YÖK kurulduktan sonra 1981’de ilk doktora yapanlardan biri de Devlet Bahçeli idi. PARTİLİ DÖNEM Bahçeli öğrenciliği döneminde Ülkü Ocakları kurucusu, sonra AİTİA Talebe Cemiyeti Başkanı, Millî Türk Talebe Birliği Ankara Genel Sekreterliği yaptı. Sonra Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Birliği kurucusu, daha sonra Ülkücü Üniversite Akademi ve Yüksek Okulları Asistanları Derneğinin kurucusu ve başkanı oldu. Milliyetçi Hareket’in derlenip toparlanması için 12 Eylül’dan sonra eski MHP Gençlik Kolları başkanlarından Ali Güngör ve arkadaşlarıyla Mayaş Yayınevi’ni kurdu. “Töre” dergisinin imtiyaz hakkını satın aldı. Bahçeli, 15 yıllık üniversite hayatını MHP lideri merhum Alparslan Türkeş’in isteği üzerine terk etti. O günleri, arkadaşı Şevket Bülent Yahnici şöyle anlatır: “1987’de Devlet beyin de içinde bulunduğu bir grup partiye fiilen girmiştik. Bunun hazırlıkları sürdüğü sırada Devlet bey henüz üniversiteden ayrılmamıştı. Kongre pazar günüydü, mesaî cumada bitiyordu. Devlet beyin aday olabilmesi, siyasete girebilmesi için üniversiteden ayrılması gerekiyordu. Cuma sabahı da basın toplantısı düzenlenecek ve partiye kayıtlarımız yapılacaktı. Bir yandan bilgisayarlar çalışıyor, bir yandan faaliyet raporları yazılıyor, bir sürü şeyi bir anda yapıyoruz. Müthiş bir çalışma temposu içindeyiz. Saat 10.00’da basın toplantısı var.. Saat ise 6.00. Üç gündür de uykusuzuz. Erken saatte Devlet hocanın Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne hitaben istifa dilekçesini daktiloda yazdım, önüne koydum.... Hoca imzayı attı. Odada yanlış hatırlamıyorsam Rıza Müftüoğlu vardı, Tuğrul Türkeş vardı, Ali Güngör vardı.... Ağlayarak birbirimize sarıldık. O an Milliyetçi Hareket’in tarihinde bir başlangıçtı, öyle düşünüyorduk.” BAŞKANLIĞI DÜŞÜNMÜYORDUM 19 Nisan 1987’de Milliyetçi Çalışma Partisi’ne (MÇP) girdi ve genel sekreteri oldu. Devlet Bahçeli’nin genel sekreterliği 1993 yılına kadar sürdü. 1991’de Adana’dan milletvekili adayı oldu; ancak, seçilemedi. 1995’te yine Adana’dan adaydı. Yeterli oyu almakla beraber parti barajı aşamadığı için Meclis’e giremedi. Genel başkanlığa adaylığını koyduğunda genel başkan yardımcısı idi. Genel başkanlık evvelden beri şuuraltında yatıyor muydu? Bunu kendisine sordum. Kesinlikle, genel başkan olmayı aklından geçirmediğini söyledi. Hatta soruyu şöyle ortaya attım. Bahçeli ve arkadaşları “Milliyetçi Çizgi” adıyla haftalık gazete çıkarıyordu. Bunun bir anlamı olmalıydı. “Hayır” kelimesini pekiştirerek genel başkanlık niyeti taşımadığını ifade etti. Kendisini tutan seven bir arkadaş grubu vardı. Kimi arabasını kimi mekânını tahsis etmişti. O dönemi çevresinde olan ve şimdi MHP Genel Sekreter Yardımcılığını da yürüten Murat Şefkatli, kendisine ait Tutibay Yayınları’nın iki dairesinden birini Bahçeli ve arkadaşlarına genel başkanlık seçiminde çalışmaları yürütmek için vermişti. “Devlet Bahçeli, beni Hayrettin Özdemir vasıtasıyla aradı ve genel başkanlığa aday olacağını bildirdi. Çok sevinmiştim. Tandoğan’da küçük bir yeri büro olarak kullanıyorlardı. Ben Kızılay’da merkezî bir yerde olan geniş büromu teklif ettim. İkinci gün de benim büroma taşındılar. Genel başkanlık yarışı sürecinde Devlet abiyi çok farklı yönleriyle tanıma fırsatı bulduk. Gittiğimiz bütün yerlerde delegelerle hiç görüşmemesi, ‘ben delegeyle görüşmeye gelmedim, ülkücülerle görüşmaye geldim’ demesi, ilkeli hareketi, tavizsiz tavrı, hiç kimse hakkında olumsuz bir söz sarfetmemesi, uzağı görüşü, sabırlı oluşu beni etkiledi.” Murat Şefkatli’nin Bahçeli ile ilgili anlattıklarını, Bahçeli’yi tanıyan pekçok ülkücüden duyabiliriz. LİDER VE KİN Liderler de kin güderler... Bunun örneği görülegelmiştir. Bahçeli’de kin güttüğüne dair bir emare görülmüyor. Karşısında genel başkanlığa aday olanlarla birlikte çalışacağına dair söz vermiştir. Meselâ güçlü rakiplerinden Ramiz Ongun daha sonra Bahçeli’ye danışman olmuş, kendisine MHP Genel Merkezi’nde oda verilmiştir. Ongun Adana’dan aday olup teşkilât yoklamasında dördüncü sıradan çıkınca, bu durumu kendisine lâyık görmeyip istifa etmişti. Herkes Genel Başkanın yetkisini kullanarak Ongun’a beklediği bir sırayı vereceğini ummuş, ama olay bu yönde gelişmemişti. Tabiî bu mesele yönetim katında genel başkana soruluyor. Genel Başkan Ramiz Ongun’un istifa ediş şeklini “şık” bulmuyor. Bahçeli, Ongun, fevrî davranmayıp kendisine gelmesini ve istişare etmesini bekledi. Bu olmayınca gelişmeler seyrine bırakıldı. Böyle istişere sonucu bazı sonuçlar değişmiştir. Tuğrul Türkeş’in ayrı parti kurmasında bile, kapıyı açık bırakmıştır. Her zaman gelebilir, demiştir. MHP’de Dr. Devlet Bahçeli dönemi yaşanıyor. Bahçeli genel başkanlığının ikinci senesi dolmadan partisini iktidara taşıdı. ‘Ulusal sol’ tutarsız ‘Milliyetçilik meselesine ‘ulusal sol’ ve ‘ulusalcılık’ gibi kavramlar ekseninde dile getirilen bazı yaklaşımlar da var. Bu tür yaklaşım içinde olanların bir kısmı DSP bünyesinde yer alıyor, diğer kısmı da bazı dergiler çevresinde ya da üniversitelerde çalışmalarını sürdürüyor.”Ulusal sol” akımı içinde yer alanlar, küreselleşme sürecine eleştirel bakıp olumsuz yüzünü görerek, kimlikler üzerinde oynamanın sakıncalarını farkederek tavır alma ihtiyacı hissetmişlerdir. Marksist gelenek içinde yetişmiş bazı yazar ve akademisyenlerde gözlenen milliyetçi eğilimler ise, küreselleşmeye karşı, milletler arası sermayenin tekelleşmesine ve politikalarına karşı millî devletin geçici olarak desteklenmesi gerektiği düşüncesinden öteye geçememektedir. ‘Ulusal sol’ akımının temsilcilerinin milliyetçiliğe bakışları da, bazı tutarsızlıklar içermekte ve sosyal demokrasiyle Atatürkçülük arasında kurmaya çalıştıkları bağla sınırlı kalmaktadır. Yine, millî kültür ile din konusundaki yaklaşımları muğlak ve bulanık bir muhtevaya sahiptir.’ Çok soru sorardı Dr. Esat Öz, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi iken MHP’den İstanbul milletvekili seçildi. Devlet Bahçeli’nin yakın danışmanlarından. Öz’ün sahası siyaset ilmi. Bu konuda “Otoriterizm ve Siyaset” konulu önemli bir esere de imza atmıştır. Öz, Bahçeli ile ilişkilerini şöyle anlatıyor: “Devlet beyi 12 Eylül öncesi öğrencilik yıllarımdan tanıyorum. Zaman zaman ülke meseleleri üzerine sohbet ederdik. Derslerimizle yakından ilgilenirdi. Bizi ta öğrenciyken okumaya araştırmaya yönlendirirdi. Benim asistan olmamda da onun bu teşviklerinin büyük rolü oldu. Asistan olduktan sonra daha sık bir araya gelme imkânımız oldu. Bizden bazı konularda araştırmalar isterdi. Sorular sorardı. Kafasında sürekli soruların olduğunu biliyoruz. Devlet Bey üniversiteden ayrılıp partiye geçtikten sonra da ilişkilerimiz devam etti. Alparslan Türkeş’in vefatından sonra kongreler sürecinin başlamasıyla birlikte fiilî olarak Devlet beyin danışmanlığını yapmaya başladım. 23 Kasım 1997 olağan kongresinden sonra da resmen danışmanı oldum. Benim alanım siyaset ilmi olduğu için daha çok Türk siyasî sisteminin yapısı, işleyişi, meseleleri, demokrasi, demokrasi-milliyetçilik ilişkisi MHP’nin kurumsallaşması gelişmesi için neler yapılabileceği sorularına birlikte cevap arardık. Zaman zaman da kendi kanaatlerimizi yazılı olarak kendisine iletiriz. Devlet Bahçeli MHP’nin seçimden zaferle çıktığının ertesiydi. Tebrik için arayıp not bıraktığımızda doğrusu sonucu da merak ediyorduk. Devlet Bey, sadece on beş dakika sonra telefonumuzu çaldırdı. Söyledikleri vefa yüklü cümlelerdi: -Biz bu işe sizinle başladık. Gazeteyi alınca ilk önce sizi okuyorum. Yeriniz, yanımızda ayrı... Hayat, bazen hoş tesadüflerle doludur. Rahmetli Alp Arslan Türkeş’ten sonra MHP’ye genel başkan seçilecekti. Birkaç aday ortaya çıkmıştı. Tuğrul Türkeş, Ramiz Ongun, Enis Öksüz, Muharrem Şemsek gibi... Adaylardan biri de sayın Devlet Bahçeli idi. Biz TGRT’de Entelektüel Boyut programını yapıyorduk. Sayın Türkeş’ten bir hafta sonra sayın Bahçeli’yi konuk ettik. Bu O’nunla ikinci görüşmemizdi. İlkinde Ankara’da MHP’nin tertiplediği AB konulu bir toplantıda olmuştu. Başbuğ, hayatta idi. Toplantı Ankara Sheraton’da yapılıyordu. Bazı MHP’li dostlarla bir masadaydık. Bir ara yanımıza biri geldi. Zayıfça, narin yapılı bir insandı. Biraz konuştuk. Ancak bizdeki bir çok mecliste olduğu gibi tanıştıran olmamıştı. Az sonra müsaade isteyip kalktı. O kısa konuşmada ortaya koyduğu görüşler, bizimkilerle öylesine birbirini tuttu ki bundan çok memnun kaldık. Ayrıldıktan sonra masadakilere kim olduğunu sorduk. “Dr. Devlet Bahçeli” dediler; hakîkaten güzel fikirleri vardı. İsmi elbette ki hatırlamıştık ama o ismin o şahsa ait olduğunu bilemezdik. TGRT’nin İstanbul stüdyolarında bir araya geldiğimizde etrafında saygılı dost bir grup vardı. Devlet Bahçeli, ömründe ilk defa televizyona çıkıyordu. Stüdyoyu gezdirdik. Program öncesi ve sonrası program kadar samimi oldu. Medeni haline varıncaya kadar sohbet ettik. İlginçtir, o gün bize ayrılan saati bir nezaket cümlesine sığdırılmış bir dua ile bitirmiştik: -Devletli olunuz efendim!.. Zekâsı, mes’eleleri ele alıp tahlil edişi, sentez kabiliyeti, fakat onlar kadar değerli olanı efendiliği ile bu iltifatı hak etmişti... Sonra o kırıcı kongre yapılmış, Devlet Bahçeli öne geçmiş, kavga çıkmış, hakim, kongreyi tehir zorunda kalmıştı. O ara biz kongrede kavgayı başlatan, kaba kuvveti öne çıkartan kişi tarafından ölüm tehditleri almaya başladık. Günlerce sürdü. Çoluk-çocuğumuz tedirginlik yaşıyordu. Bizimle MHP kongresi arasında ne gibi münasebet vardı ki tehdit ediliyorduk? Bir kısım taraftar, kendilerini peşinen Tuğrul Türkeş’in genel başkanlığına inandırmışlardı. Onlara göre MHP’nin başında “Türkeş” soyadı taşımayan biri olamazdı. Bu sebeple TGRT üzerinden bize ölüm tehditleri yağdırılıyordu. İddia şu idi: -O, adayları çıkartıp konuşturmasaydı bu kavga çıkmayacaktı... Doğru... Delege, genel başkan adaylarını bizim programla tanıdı. Kendine göre hükme vardı. Tercihini yaptı. Yoksa adaylar tabiî ki birbirinden değerliydi. Bir bakıma değerler arasında seçme zorluğu yaşanıyordu. Ve en nihayet genel başkan olup-olmamak bir nasip meselesiydi. Derken ikinci kongrede Devlet Bahçeli MHP’ye genel başkan seçildi. Bir müddet sonra yine konuğumuz oldu. Bu defa Ankara stüdyomuzdaydık. Yayın başlamadan önce söylediği, bizde tatlı bir tebessüme yol açtı: -Biliyor musunuz; genel başkan olduktan sonra da ilk defa sizin programa çıkıyorum... Ardından yurt gezilerine başladı. Bir sebeple Elazığ’daydık. Bahçeli’nin de geleceğini öğrendik. Zaten öğrenmememiz imkânsızdı. Elazığlı ülkücüler, şehrin en işlek caddesine “Hoş geldin Bilge Devlet” diye afiş asmışlardı. O İsviçre göllerinden ileri Hazar’ın kıyısında birlikte olduk. Ertesi gün sütunumuzdaki yazının başlığı “Bilge Devlet” idi... Telefonla arayarak “aman efendim; biz o ifadelere layık değiliz” deme tevazuunu gösterdi. Kaleme aldıklarımızdan dolayı dudak bükenler oldu; fakat biz memnunuz. Bir kabiliyeti keşfetmişiz... Devlet Bahçeli’nin yaşadığımız ölüm tehditlerinden haberdar olmaması imkânsızdı. İşte “bu işlere sizinle başladık...” deme inceliğini göstermesi o ilkler, tehditler ve yazılara atıflardı... Bunları niçin anlattık? Birincisi tarih sayfalarına kayıt düşmek için. İkincisi de... Soru bombardımanı altındayız. Telefon, faks, mektup, elektronik mektup ve karşılaşmalarda Devlet Bahçeli ile alakalı yığınla soru alıyoruz. Soranlar iki kısım; birincisi bizzat ülkücüler; olanları hazmedemiyorlar. İkincisi MHP’ye oy verenler. Bir yanlışlık yapmış olmaktan korkmaktalar. Devlet Bahçeli fevkalade şartlarda genel başkan oldu, fevkalade şartlarda, kimsenin ihtimal vermediği bir ortamda da partisini iktidara taşıdı. 28 Şubat kararları olanca şiddetiyle devam ediyor. Gemiyi dalgalara yenik düşürmeden, kayalara çarpmadan, karaya oturtmadan selamet sahiline varmak kolay değil. Devlet Bahçeli, emin insandır... Yaşadığı mecburiyetleri göz ardı etmek hakşinaslık olmaz. Şüphe büyüteci altına alındılar. Her şeye rağmen hükümette olmaları bir teminattır. Yerinde icraatlarını görüp takdir edecek, hatalı hareketlerini de herkesten önce biz söyleyeceğiz. Çünkü, biz dostuz. Sözlerini tutmaları ve az hata yapmaları gerekiyor. Yarınki tek başına iktidarın yolu bugünlerden geçmekte... MUDANYA YARGILAMASI Mudanya muhakemesi başlarken DGM’lerin sivilleşmesi de rağbet buldu. Neden bugüne kadar beklenildi? Oysa bu sivilleşme talebi, yıllardır gündemde. Bunun bir imtiyaz olduğu söylenemez. Lakin, Avrupa’nın bastırması şart mıydı? Biz, ne gün şu ‘düvel-i muazzama’ kompleksinden kurtulacağız. Yarın o devletler, asmaya da karşı çıkacaklar; hayır yarın değil, bugünden karşılar. Peki, ne olacak? Ya evladlarını en delikanlı çağlarında toprağa verenler; onlar için düvel-i muazzama ne diyor? Onlarınki can değil mi? Bir de bu dâvâ keyfiyeti biraz fazla reklam edildi ... Bilerek mi yapılıyor? Sanki festival . Mübalağa vakarın düşmanıdır. Bir siyasi lideri değil, çete reisini hesaba çekeceksiniz. Eğer bu hava devam ederse Öcalan’ın arkasında yer alan Batılı devletler, gün gün artar. Önce çoğalır, sonra olmadık taleplerle karşımıza çıkarlar. Ne kadar dikkat edilirse edilsin Batı memnun edilemeyecektir. Bu Batı; nam-ı diğer düvel-i muazzama, bugünkü adı ile büyük devletler, Adnan Menderes ve arkadaşları muhakeme edilirken nerede idiler acaba? Bugünkü Başbakan ve Cumhurbaşkanı dahil, liderler 12 Eylül ‘80’de içeri atılırken niçin sesleri çıkmadı? Onlar işlerine gelince “insan hakları” derler. Onun için yeni hükümetin öncelikli meselesi siyasetten eğitime, ekonomiye kadar iç barıştır. İçeride çürük diş gibi sallanılırsa dışarıya karşı metin olunamaz. İç barış, tahminlerin ötesinde bozuk. MHP’de Bahçeli dönemi Milliyetçi Hareket Partisi büyük kongresini yaptı. Dr. Devlet Bahçeli’nin delegelere hitaben uzun konuşmasından birkaç çizgiyi ele alabileceğim... Terörün ve bölücülüğün vatana ihanet olduğunu, gerçek cezayı vermekten başka çare bulunmadığını, ovaya salmak ve Ankara’ya getirmekle çözülemeyeceğini tekrar tekrar vurguladı. Bahçeli’nin teklifini beğenenler MHP’ye, Ağar’ınkini benimseyenler Doğru Yol’a oy verecek. Gökalp’in ve Atsız’ın adlarının anılması hakkıyla alkış aldı. Gökalp’in Türkçülük dediği ve Atatürk’ün beğenerek uyguladığı Türk Milliyetçilik felsefesi öne çıkarıldı. Başbuğ Türkeş fazla talaffuz edilmedi (yahut ben kaçırdım). 21. yüzyılda Türk milliyetçiliğinin hedefleri pas geçildi. Milletimizi savunan ve koruyan Ordumuz ve Polisimiz öğüldü. Hakkıyla alkışlandı. Alt kimlik üst kimlik gevezeliği (veya safsatası) ve ırka dayanan dejenere milliyetçilik anlayışı kesinlikle reddedildi. Merkez Sağ’ı bütün bütün yitirmemek için olacak, Avrupa Birliği’ne açıkça karşı çıkılmadı. Mahut onurumuzla gireriz sloganı tekrarlandı. AB’yi istemeyenler veya şart koşanlar, MHP’ye oy verebileceklerdir. Dış politika bahisleri anlaşılan seçim bildirgesine bırakıldı. Atatürk’ün de dilinden düşürmediği Gökalp-Atsız-Türkeş milliyetçiliğinin olmazsa olmaz şartlarından Orta Asya ve Türk devletlerinin bahis dışı bırakılması yadırgandı. Türkiye’nin güneşte yerini alabilmesi için: 1) AB üyesi olmak veya aynı standartları benimsemek, 2) Hazar’a ve ötesine rahatça uzanabilmek, 3) ABD ile stratejik ittifakı yürütebilmek, 4) Arap ve İran devletlerinin siyasal etkisinden kaçınmak, şarttır. Bu ilkelere aykırı dış siyaset Türkiye’yi yerinde saydırır, çağ dışına iter, küçültür ve küçük düşürür. Türk milliyetçiliğini temsil ettiğini söyleyen MHP, bu gerçeklere adapte olabilmek yeteneği derecesinde gelişebilir. Tek hedef muâsır medeniyet seviyesidir. Ve her şey bu hedef içindir. Bu hedefi şurasından burasından sınırlamaya kalkışmak kabûl edilemez, hüsranla sonuçlanır. Türk milliyetçiliğine başka bir hedef göstermek zaten yanlıştır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin önümüzdeki seçimlerde 1999’daki başarısına ulaşması için Merkez Sağ’a yaklaşabilmesi gerekiyor. Devlet Bahçeli Kimdir hakkinda aciklamalar Devlet Bahçeli Kimdir konusunda bilgiler. Anahtar Kelimeler:Devlet Bahçeli Kimdir, devlet bahçeli biyografi, devlet bahçeli hayatı, devlet bahçeli nereli
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol