caferilik nedir?
İmam Ca’fer, bütün Sünnilerce, özellikle tasavvuf ehlince büyük bir veli olarak kabul edilir. O, kendisini ilme ve tefekküre vermiş, Ebu Hanife ve İmam Malik gibi büyük müctehidler bile ondan faydalanmıştır. Hadis alimleri kendisinden hadis rivayet etme konusunda tereddüt etmişlerse de, İmam Şafii ve Yahya b. Main gibi alimler onu güvenilir bir muhaddis olarak kabul etmişlerdir. Mezheplerinde “imam” ve “on iki imam” konusuna ağırlık verdikleri için bu mezhebe “İmamiyye” veya “İsna Aşeriyye” adı da verilmiştir.
Ca’fer-i Sadık, Medine’de Ebu Hanife ile ilk karşılaştıkları zaman ona şöyle dedi: “Numan! Babam bana, dedemden şöyle rivayet etti: -Din hususunda re’yi ile kıyasa ilk başvuran İblis’tir. Allah ona, Adem’e secde et dedi. O da, Ben Adem’den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu topraktan yarattın’ dedi. Kim dinde re’yi ile kıyas yaparsa Allah onu Kıyamet günü İblis’e arkadaş yapar. Çünkü o, kıyas yapmak suretiyle şeytana uymuştur.” Ebu Hanife şu cevabı verdi: “Ne münasebet! şeytan Allah’ın emrine isyan için kıyas yaptı. Ben ise, Allah’ın emirlerine itaat yollarını bulmak için kıyas yapıyorum.” (M. Ebu Zehra, İslam’da Fıkhi Mezhepler Tarihi, (çev. A. Şener) Ankara, 1968, s. 235; Ahmed Emin, Düha’l-İslam, Kahire 1936, III, 261).
Temelde Ehl-i Sünnet’e yakın olan Ca’fer-i Sadık’a ölümünden sonra birtakım iftiracılar birçok şeyi isnat etmişler ve bunları halk arasında yaymışlardır. İmam Ca’fer, daha hayatta iken mezhep içinde bazı sapık görüşler ortaya atılmış ve bunları bizzat kendisi reddetmiştir. Bu sapıkların başında Ebu’l Hattab Muhammed b. Ebi Zeyneb gelir. Ebu’l Hattab, küfre düşmüş, peygamberlik davasında bulunmuş ve Ca’fer-i Sadık’ın tanrı olduğunu öne sürmüştür. Haramları helal saymış ve imamı tanıyan herkesin haramlardan muaf sayılacağını söylemiştir. Üstelik bu görüşleri Ca’fer-i Sadık adına çıkarmıştır. Bunu haber alan Ca’fer, Ebu’l Hattab’a lanet etmiş, onunla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bütün talebe ve arkadaşlarına bildirmiş, İslam ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her tarafa duyurmuştur. (İbnu’l-Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, VIII, 9).
Zeydiye’den sonra Ehl-i Sünnet’e en yakın bir Şii mezhebi olan Ca’feriliğin bazı görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:
İmamiye’ye göre imamet (devlet başkanlığı); nübüvvet gibi ilahi bir makamdır. Peygamber gibi imamı da Allah seçer. İnsanların imam tayin etme yetkisi yoktur. Hz. Muhammed (s.a.s) vefat etmeden önce, kendi yerine kimin imam (halife, müslümanların lideri) olacağını nass’la tayin etmiştir. Bu imam da kendinden sonra gelecek olanı aynı şekilde belirlemiştir. İmamın zahir, meşhur ve meydanda olması caiz olduğu gibi; gaib, mestur ve gizli olması da mümkündür. Son imam Muhammed Mehdi onikinci imam olup, halen hayattadır, fakat gaibtir. İmamın bulunmadığı bir zaman yoktur. Şimdi gaib olan Mehdi’ye naibler (ayetullahlar) vekalet etmektedir.
Oniki imam şunlardır: 1) Ali el-Murtaza, 2) Hasan el-Mücteba (ö. 50/670), 3) Hüseyin eş-Şehid (ö. 61/681), 4) Ali Zeynelabidin (ö. 94/713), 5) Muhammed Bakır (ö. 113/731), 6) Ca’fer es-Sadık (ö. 148/765), 7) Musa Kazım (ö. 183/799),
Ali Rıza (ö. 192/808), 9) Muhammed Cevad (ö. 220/835), 10) Ali Hadi (ö. 254/868), 11) Hasan Askeri (ö. 260/874), 12) Muhammed Mehdi (gizlendiği tarih 260/874).
Caferilere göre imamlık mertebesi, insan olmanın üstünde; fakat peygamberliğin altında bir makamdır. İmamlar peygamber gibi masum olup, yanılmazlar, günah işlemezler. Ca’feriler imamın masumiyetini şöyle açıklarlar: “Ondan, büyük küçük, kasden veya yanlışlıkla unutarak, yahut ictihadında hata ederek, yahut da Allah’ın hataya sevketmesi sebebiyle olsun, hiçbir günah sadır olmaz. Bu imamın sözü dinlenir, korkusu kalpten çıkmaz bir kişi olması için böyledir. Onlardaki ismet sıfatı, Allah onların akıllarını kemale erdirdiği andan itibaren ruhlarını kabzedene kadar onlardan ayrılmaz bir vasıftır.
Ca’feri’ye göre meleklere, kitaplara ve kadere iman Allah’a ve peygambere imanın içindedir. Onlara göre Hz. Muhammed (s.a.s)’den sonra halife olma hakkı Hz. Ali’nin idi. Bu konuda ayet ve hadisler mevcuttur. Fakat Ashab-ı Kiram’ın ileri gelenleri, kendi ictihadlarına dayanarak bu nass’ları tevil ettiler ve Hz. Ebu Bekir’i halife seçtiler. Hz. Ali ve ona tabi olan bir grup, bu seçimi kabul etmedi. Ancak fitne çıkmaması için Ebu Bekir’e bey’at ettiler. İlk üç halifede gördüğü ehliyet ve liyakat sebebiyle Hz. Ali, hilafet hakkından feragat etmişti. Ancak Muaviye’nin değil halife, vali olarak kalmasının bile zararlı olduğu kanaatine vardığı için Emevilere karşı savaş ilan etmiştir. Ca’feriler, ilk üç halifenin imamlığını kabul etmemekle beraber onlara karşı saygılı oldukları halde, Muaviye ve oğlu Yezid’e lanet okurlar. (Muhammed Hüseyin, Kaşifu’l-Gıta, Aslu’ş-Şia ve Usulüha, Kahire 1958. 126 vd.; Musevi, el-Muracaa, Beyrut 1393, 168).
Ca’feriye mezhebi mensupları, onikinci imam Muhammed’in evinde “sirdap” diye adlandırılan bir sığınağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. Ancak gizlenen onikinci imamın yaşı konusunda ihtilaf edilmiş ve bazıları gizlendiğinde yaşının dört olduğunu söylerken, bazıları da sekiz yaşında olduğunu ileri sürmüştür. Yine, gizlenen imamın vereceği hüküm konusunda ihtilaf olmuştur. Bazıları, kaybolduğu yaştayken, halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacip olduğunu öne sürerken; diğer bir kısmı da hüküm vermenin gizlenen imamın mezhebine bağlı alimlere ait olduğunu iddia etmişlerdir.
İsna aşeriyye, diğer adıyla Ca’feriye mezhebine göre din, Ehl-i Sünnet’te olduğu gibi iki ana bölümde ele alınır. 1) Usu-i Din, 2) Furu-i Din. Usulü Din (dinin asılları) beş esas üzerine kurulmuştur: Tevhid, Nübüvvet, İmamet, Mead (Ahiret), Adalet.
Tevhid: Allah birdir (vahid), tektir (ahad). Onun zatı her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Eşi,benzeri ve mahlukatına benzer bir tarafı yoktur.
Nübüvvet: Peygamberlik, Allah’ın seçtiği kullarını Cebrail vasıtasıyla ve vahy yoluyla ilahi bir vazife ile mükellef kılmasıdır. Peygamberler Allah’ın emirlerini halka tebliğ eder ve onları doğru yola iletirler. Onlar insanların en üstünü ve kulların en hayırlısıdırlar. Emindirler, masumdurlar ve tebliğ vazifelerinde bir noksanlık ve hata bulunmaz. Peygamberler ilahi bir lütuf ve hazinedir. Hz. Muhammed (s.a.s) bütün peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Onun en büyük mucizesi Kur’an’dır.
İmamet: İman, dinin asıllarından olan imamete inanmakla tamamlanabilir. İmamiye, nübüvvetin nasıl Allah’tan bir lütuf olduğuna inanırsa, her asırda peygamberlerin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların hidayet ve irşadlarını üstlenmiş bir imamın varlığına da inanır.
Mead (Ahiret): Bu, ölümden sonra ahiret hayatının hak olduğu esasıdır. Kıyamete dair Kur’an ve hadislerde geçen mizan, soru, hesap, sırat, şefaat, Cennet, Cehennem hepsi gerçektir, bunların hiçbiri akılla yorumlanamaz. Keyfiyetini de bilemeyiz. Fakat hepsinin gerçek olduğuna inanırız. Mead cismanidir ve bunlara icmalen iman yeterlidir ve yorumsuz olarak kabul etmek gerekir.
Adalet: İsna aşeriyye’ye göre dinin beşinci aslı ve dolayısıyla inanç esaslarından olan adalet, Allah’ın adil; kulun da iradesinde ve fiillerinde hür ve muhtar oluşudur. Onun, iyiye iyiliğine karşılık mükafatta, kötüye kötülüğüne karşılık mücazatta bulunması adaletinin zaruri bir icabıdır. Kul, fiillerinde hür ve muhtardır.
İsna aşeriyye, şer’i hükümlerin kaynağı olarak dört esası kabul eder. Bunlar, kitap, sünnet, icma ve akıldır. Ayrıca füru-u din ikiye ayrılır: 1) İbadat, 2) Muamelat.
İbadat: Namaz, oruç, hacc, zekat, humus, cihat, emri bi’l ma’ruf nehyi ani’l-münker, Tevella ve Teberra’dan oluşan bir bütündür.
Muamelat: Ticaret hayatı, şahıs hukuku, cezalar, evlenme, miras ve benzeri hususlardır.
Görüldüğü gibi İsna aşeriyye, usul-i din dediğimiz inanç esasları ve fer’i hükümlerde, yani fıkhi konularda Ehl-i Sünnet’ten çok farklı düşüncelere sahip bulunmamaktadır. Ancak Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret gibi üç büyük esasta Ehl-i Sünnet ile birleşmiş olmalarına rağmen; İmametin dinin esasları arasında zikredilmesi dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra belIi kişilerin peygamber gibi “ismet” sıfatına ve başkalarında bulunmayan “özel bir bilgi”ye sahip bulundukları hususlarının kabul edilmesiyle Ehl-i Sünnet’ten ayrılmaktadır. Ayrıca takiyye ve beda, Ca’ferilik’te önemli iki inanç konusudur. Onlar, cebir ve zor karşısında bir Şii’nin inancını gizlemesine “takiyye”* adını verirler. Hz. Muaviye’nin baskısı altında inançlarını gizleyen Şii’ler Mekke döneminde sahabenin de müşriklerin baskısından kurtulmak için bu prensibe başvurduklarını söylerler. Onlara göre, takiyye bazen farz, bazen caiz, bazen da haram olur.
Beda ise, Cenab-ı Hakk’ın Levh-i Mahfuz’a* yazdığı bir şeyi vahiyle peygamberine bildirdikten sonra değiştirmesidir. Bu durum, veli ve imamlar için de söz konusudur. İslam şeriatının önceki şeriatları neshetmesi veya İslam şeriatında bazı ayetlerin diğer ayetleri neshetmesi de beda kavramına yakındır. (Muhammed Hüseyin, a.g.e., 131).
Ca’ferilik bugünkü İran’da çoğunluğun ve İran İslam devletinin resmi mezhebidir. İran’dan başka, Türkiye’de Kars ve çevresinde çok az olmak üzere Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan ve Hindistan’da Caferiler vardır. İmam Ca’fer’den sonra yüzyıllar boyunca yapılan ictihadlarla bir hayli genişleyen Caferiye fıkhı, yukarıda zikredilen yerlerde ve bir kısım Ortadoğu ülkelerindeki küçük cemaatler halinde bulunan Şiiler arasında tatbik edilmektedir.
Kaynak : Risale Ajans