Peygamberimizin müjdeleyen bir rüyası,Nihat HATİPOĞLU,Makalesi,makaleleri,İslami makaleler,dini makaleler,hakkında makaleler,bilgiler

Nihat HATİPOĞLU  nhatipoglu@hurriyet.com.tr

Peygamberimizin müjdeleyen bir rüyası

SEVGİLİ Peygamberimiz, bütün yeryüzüne gönderilmişti. Onun daveti bir ırka, millete, kavme veya yöreye değil, bütün insanlığadır. Onun için Kuran-ı Kerim'de "Ey Araplar!" tarzında bir çağrı cümlesi bulamazsınız. Kuran'daki bütün hitaplar, "Ey insanlar, ey iman edenler" şeklinde geneli kuşatır.

Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber'in misyonunu, "Seni bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Bakara 19, Sebe 28, Fatır 24, İsra 105, Furkan 56, Ahzab 45, Fetih cümlesiyle duyurmuştu. Halbuki kendisinden önce gelen peygamberler belli bir ırka, bölgeye veya kavme indirildi.

İşte bu Peygamber (SAV), bütün çabasını insanlığın hidayetine yönlendirdi. Önce imanı öğretti. Allah'a imana ve itaate çağırdı. Sonra Yüce Rabb'e ibadet etmeye, kötülüklerden vazgeçmeye, ahlaki zafiyetleri ıslah etmeye, erdemli tavırlarda bulunmaya davet etti. Bazen konuşarak, bazen konuşturarak, bazen bakarak, sadece lisanı haliyle (duruşuyla), bazen de ikna etmenin en güzel yöntemlerini kullanarak bunu sağlamaya çalıştı.

* * *

Bu anlamda Efendimizin gördüğü ve aktardığı bazı rüyalar da önemli yer tutar. O, gördüğü rüyaları paylaşır, sonra da yorumlardı. O'nun gördüğü rüyalar, apaçık ve müjde dolu rüyalardı. İnsanları bağlardı. Çünkü peygamberlerin rüyaları da bir anlamda vahyin bir parçasıdır.

İşte bu yazımızda, toplumu ıslah etmek için büyük çabalar gösteren Peygamberimizin müjde ve umut dolu rüyalarından birine yer vereceğiz. Efendimiz (SAV) buyuruyor:

Dün gece acayip bir rüya gördüm: Ölüm meleği, ümmetimden birinin canını almaya geldi, ana-babasına iyiliği onu çevirdi.

Ümmetimden birini kabir azabı ona açılmışken gördüm. Abdesti geldi, onu bundan kurtardı.

Yine birini şeytan korkutuyordu, zikri geldi, aralarına engel oldu.

Ümmetimden birini gördüm; susuzluktan dili dışarı çıkmış, havza ne zaman gelse men ediliyordu. Orucu geldi, onu suladı.

Ümmetimden birini gördüm; azap melekleri korkutuyordu. Namazı geldi, ellerinden kurtardı.

Ümmetinden birini gördüm; nebiler halka halka oturmuşlardı. Onlara yaklaşmak isteyince kovuluyordu. Gusül abdesti geldi, elinden tuttu. Onu benim yanıma oturttu.

Yine ümmetimden birini gördüm; onun arkası, sağı, solu, üstü, altı karanlık idi. O ise şaşkın halde idi. Haccı ve umresi geldi, onu karanlıklardan çıkardı, nura girdirdi.

Ümmetimden birini gördüm; müminlerle konuşuyor, fakat müminler onunla konuşmuyorlardı. Sıla-i rahim (akrabalarıyla ilgilenmesi) geldi, "Ey müminlerin topluluğu! Onunla konuşun" dedi. Konuştular.

Ümmetimden birini gördüm; ateşin hücumunda kalmıştı. Alev yüzünden eline geliyordu. Sadakası geldi; yüzüne perde, başına gölge oldu.

Ümmetimden birini gördüm; cehennem melekleri onu yakalamış. Emr-i bil-maruf, nehy-i anil-münker (iyiliği emretmesi, kötülükten sakındırması) onu ellerinden kurtardı. Onu rahmet meleklerinin yanına dahil etti.

Ümmetimden birini gördüm; dizleri üzerine oturmuş, onunla Allah arasında hicap var. Güzel ahlakı geldi, elinden tuttu, onu Allah'ın huzuruna girdirdi.

Ümmetimden birini gördüm; sayfası sola uçtu. Allah korkusu (ve Allah'ı sevmesi) geldi, sayfasını yakalayıp sağ tarafa getirdi.

Ümmetimden birini gördüm; mizanı hafif geliyordu. Çok çalışması geldi ağırlaştırdı.

Ümmetimden birini gördüm; cehennemin kıyısında duruyordu. Takva ile hareket etmesi geldi, onu kurtardı, biraz geçti.

Ümmetimden birini gördüm; cehenneme atıldı. Allah için dökülen gözyaşları geldi, onu oradan çıkardı.

Ümmetimden birini Sırat'ta dururken gördüm; hurma dalının titremesi gibi titriyordu. Allah'a olan hüsn-ü zannı (Allah'ı unutmaması ve Allah'ı terk etmemesi) geldi, titremesi durdu. Biraz geçti.

Ümmetimden birini bazen sürünüyor, bazen emekliyor, bazen takılıyor gördüm; bana olan salavatı geldi. Elinden tuttu, onu kaldırdı, Sırat'ı geçti.

Ümmetimden birini cennetin kapısına kadar gelmiş gördüm; kapı içten kapanıyordu. La ilahe illallah şehadeti geldi, kapılar açıldı, onu cennete girdirdi.

* * *

Hayatı boyunca hep güzele çağıran bu sevgili davetçinin cennetten sunduğu şu manzara ile yazımızı sonlandıralım: "Cennete girdim. Kuran sesini işittim. Kim bu okuyan diye sordum. Orada bulunanlar cevaben, Numan oğlu Harise'dir, dediler. Harise'nin içinde bulunduğu nimetin sebebi şudur: O, anasına, babasına karşı çok saygılıdır."

SORALIM ÖĞRENELİM

Radyo, teyp veya televizyonlardan secde ayetlerini dinleyen kimsenin tilavet secdesi yapması gerekir mi?

Yaren FINDIKCI/ALMANYA

Kuran-ı Kerim'de on dört yerde secde ayeti bulunmaktadır. Bu ayetleri okuyan veya işiten kişinin, tilavet secdesi yapması gerekir. Tilavet secdesi, ayetteki ilahi mesajı okuyan veya dinleyen kişinin, yaradanına itaatinin ifadesidir. Bu itibarla radyo, teyp veya televizyondan da olsa, ilahi mesajı işiten kişinin, tilavet secdesi yapması gerekir. Ancak, okunan ayetlerin tilavet secdesi olduğunu bilmeyenler, tilavet secdesi yapmakla yükümlü değildirler.

Yatarak Kuran okumak ve dinlemek caiz midir?Serdar BOMBACI/İSTANBUL

Kuran-ı Kerim'i okumak isteyen kimsenin abdest alıp kıbleye doğru oturarak okuması, Kuran'a saygının bir ifadesidir. Ancak Kuran'da, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anmak tavsiye edilmektedir (Ali İmran 3/191). Kuran da Allah'ın zikri olduğundan, herhangi bir saygısızlık kastı olmaksızın, yatarken Kur'an okumak ve dinlemekte sakınca yoktur.

Kadınların özel hallerinde (ádet ve loğusalık) yapamayacakları şeyler nelerdir?Zeyneb YÖRÜK/ORDU

Kadınlar regl (hayız) ve loğusalık hallerinde, cinsel ilişkide bulunamaz (Bakara 2/222), namaz kılmaz, oruç tutmazlar (Buhari, hayz 1; Müslim, hayz 14-15). Bu konuda müçtehitler görüş birliği içindedirler. Kadınlar regl (hayız) ve loğusalık hallerinde kılmadıkları namazları daha sonra kaza etmez, ancak oruçları kaza ederler. Kadınların bu hallerinde, namaz ve oruçtan muaf tutulmaları, onların pis olmalarından değil, psikolojik ve fizyolojik yüklerini hafifletme amacına yöneliktir. Diğer taraftan kadınlar, bu hallerinde müçtehitlerin büyük çoğunluğuna göre Kábe'yi tavaf edemezler. İslam, kadını bu durumda manen ve maddeten temiz ve duru kabul eder. Ancak ibadet konusunda yükümlü kılmak istemez, rahatlatmak ister.

Hz. Peygamber ve Merhamet Eğitimi

Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla

Tarih boyunca ortak insani bir değer olarak kabul ettiğimiz merhametin, hayatın her alanından hatta dünyamızdan çekilmeğe başladığını, bu kıymetli duygudan boşalan yeri, şiddet ve öfke gibi insanoğlunun ortak aklı ve vicdanı tarafından asla tasvip edilmeyen olumsuz duyguların doldurduğunu görmek, üzücü olduğu kadar aynı zamanda düşündürücü bir durumdur.

Bugün bütün insanlığı saran bir hiddet ve şiddet sarmalı ile karşı karşıya bulunuyoruz. Bu da temelde merhamet eğitimindeki eksiklikten kaynaklanmaktadır. Ne yazık ki, gazetelerimizin üçüncü sayfa haberleri, artık birinci sayfa haberlerine dönüştü. Gün geçmiyor ki kadına karşı uygulanan şiddet ve cinayetler, annesini babasını hunharca katleden evlat haberleri gündemimizi işgal etmesin. Ciğerparelerini akıl almaz yöntemlerle katleden anneler, babalar, toplu katliamlar artık sıradanlaştı. Bütün bunların sebepleri derin psikolojik, sosyolojik tahlillerde aranadursun, bütün sebepler bizi aslında şefkat ve merhametten uzaklaşmış, paslanmış yüreklere, katılaşmış kalplere götürecektir. Çünkü merhametsiz yüreklerde sevgi, şefkat, ülfet, re’fet ve rikkat bulunmaz. Başka bir ifadeyle ilahî rahmetin tecelli etmediği yüreklerde merhamet tahakkuk etmez. Allah Resûlü de: “Merhamet, ancak kalbi katılaşmış, inançsız bedbahtların kalbinden kaldırılmıştır.” (Hakim, Müstedrek, “Tevbe ve İnâbe” H.no:7632) buyurmuştur. Dolayısıyla bu şefkatsizlik ve merhametsizliğin sebeplerini çağlarda, asırlarda, kadim törelerde ve geleneklerde değil; paslanmış yüreklerde, katılaşmış kalplerde, lekelenmiş gönüllerde aramak gerekir.

Üzülerek ifade etmeliyim ki çağımızda insanlar ister istemez merhametsizliğe itilmektedir. Çağın rekabet anlayışı, merhamete hayat hakkı tanımamakta; merhamet, insanın dinamizmini prangalayan, üretimi düşüren bir kavram olarak sunulmakta ve rekabet esnasında neredeyse her türlü yola başvurmak meşru sayılmaktadır. Diğer taraftan başarı, ön plana çıkmakla özdeşleştirilmekte, tevâzu, merhamet ve paylaşım, başarının önünde bir engel gibi görülebilmektedir. Oysa tevâzuda, tekebbür ile elde edilemeyecek bir gücün; paylaşımda, bencillikle ulaşılamayacak bir mutluluğun; merhamette ise, acımasızlıkta olmayan bir bereketin saklı olduğu unutulmaktadır.

Bugün kalplerin pasını silmek ve onu her türlü işgalden kurtarmak için bir gönül ahlakına, yürek terbiyesine ve bir merhamet eğitimine ihtiyaç vardır. Diğer bir ifadeyle, kalpleri işgalden kurtarmak için yapılacak ilk iş; gönül terbiyesini ve yürek ahlakını içine alan bir merhamet eğitimidir. Bu da kalplerdeki pası silmek ve gönlümüzü Yaratıcı’ya açmakla mümkün olur.

Merhamet, sıradan bir acıma duygusu olmayıp pek çok ahlaki güzelliği içinde barındıran bir erdemdir. Merhamet, bir yaratılış felsefesidir. Onun bu derece önemli olması, kaynağını “Rahman ve Rahim olan” yani şefkat ve merhameti, lütuf ve ikramı sonsuz olan Yüce Allah’tan almasındandır. Nitekim Rabbimiz rahmetinin gazabını geçtiğini ve merhameti kendi zâtına ilke olarak seçtiğini bildirmektedir. (En’am, 54.) Diğer taraftan Yüce Kitabımız Kur’an’ın ifadesiyle âlemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiyâ, 107.) Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’i bizlere en güzel anlatan kavram, hiç şüphesiz rahmettir. O, her vesileyle kendisinin Rahmet Peygamberi olduğunu ifade etmiş, tüm çabasını birbirlerini sevme, birbirlerine merhamet ve şefkat göstererek bütünleşmede “bir vücudun organlarından farksız olan” bir merhamet toplumu oluşturmak için harcamıştır.

Bu sebeple günümüz insanının, Hz. Peygamber’in, merhamete dair insanlığa sunmuş olduğu zengin mirastan yararlanması büyük bir zarurettir. O’nun tebliğinde yer alan merhamet vurgusu, yeniden okunmayı, üzerinde düşünülmeyi ve şiddetin açtığı yaralara merhem olarak sunulmayı beklemektedir. Sevgili Peygamberimiz bize, inanan insanın yaşadığı topluma kayıtsız kalamayacağını, yanı başında acı çeken birine, gözyaşı döken bir ihtiyaç sahibine, geleceğe dönük ümitlerini daha hayatının baharında iken kaybetmek üzere olan bir yetime sırt dönemeyeceğini öğretmiştir. O’nun bize öğrettiği merhamet, sönmeye yüz tutmuş insanlık kandilini yeniden tutuşturacaktır.

Günümüz insanının böyle bir merhamet eğitimine olan ihtiyacını göz önünde bulunduran Başkanlığımız, 2011 yılı Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin ana başlığını “Hz. Peygamber ve Merhamet Eğitimi” olarak belirlemiştir. Bu temanın seçilmesinden maksat, sıradan bir acıma duygusunu öne çıkarmak değil, toplumun, özellikle genç nesillerin maruz kaldığı şiddete dikkat çekmek ve insanın kendisinin dışındaki bütün varlıklara ilgisini, şefkatini ve sorumluluğunu ifade eden merhamet kavramının bütün ilişkiler ağını kuşatan bir düşünceye vurgu yapmaktır. Ayrıca Başkanlığımız, merhamete muhtaç kesimlere yönelik bir farkındalık ve duyarlılık oluşması için topluma Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle çağrıda bulunmayı amaçlamaktadır. Gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında bu hafta boyunca gerçekleştirilecek olan bütün etkinliklerin, merhamet eğitiminin yaygınlaşmasına katkı sağlamasını ve bütün insanlığın hoşgörü, barış, karşılıklı sevgi ve saygıda buluşmasına vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Prof. Dr. Mehmet Görmez
Diyanet İşleri Başkan


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol